ŞUARA 1 / 9 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ طسم {1}
تِلْكَ
آيَاتُ
الْكِتَابِ
الْمُبِينِ {2}
لَعَلَّكَ
بَاخِعٌ
نَّفْسَكَ أَلَّا
يَكُونُوا
مُؤْمِنِينَ
{3} إِن نَّشَأْ
نُنَزِّلْ
عَلَيْهِم
مِّن
السَّمَاء
آيَةً
فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ
لَهَا
خَاضِعِينَ {4}
وَمَا يَأْتِيهِم
مِّن ذِكْرٍ
مِّنَ
الرَّحْمَنِ
مُحْدَثٍ إِلَّا
كَانُوا
عَنْهُ
مُعْرِضِينَ
{5} فَقَدْ
كَذَّبُوا
فَسَيَأْتِيهِمْ
أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ
يَسْتَهْزِئُون
{6} أَوَلَمْ
يَرَوْا إِلَى
الْأَرْضِ
كَمْ
أَنبَتْنَا
فِيهَا مِن كُلِّ
زَوْجٍ كَرِيمٍ
{7} إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَآيَةً
وَمَا كَانَ
أَكْثَرُهُم
مُّؤْمِنِينَ
{8} وَإِنَّ رَبَّكَ
لَهُوَ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ {9} |
1. Ta.
Sin. Mim.
2.
Bunlar apaçık Kitabın ayetleridir.
3. İman
etmiyorlar diye neredeyse kendini öldüreceksin.
4. Eğer
istesek gökten üzerlerine bir mucize indiririz de boyunları ona eğiliverirdi.
5. Onlara
Rahman'dan yeni bir öğüt gelse, muhakkak ondan yüz çevirirler.
6. Artık
onlar gerçekten yalanladılar. Alay ettikleri şeyin haberleri kendilerine
yakında gelecektir.
7.
Yeryüzüne bakmazlar mı ki, Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler bitirdik.
8.
Muhakkak bunda bir ayet vardır. Halbuki onların çoğu mü'min değildirler.
9.
Muhakkak Rabbin mutlak galib ve esirgeyici olanın ta kendisidir.
"Ta, Sin, Mim"
buyruğunu el-A'meş, Yahya, Ebu Bekir, el-Mufaddal, Hamza, el-Kisai ve Halef bu sürede
ve bunun benzeri olan diğer iki sürede "tı" harfini işba' (tok bir
ses) ile ve imale (hemze ile ye arası bir ses ile) yaparak okumuşlardır. Nafi',
Ebu Ca'fer, Şeybe ve ez-Zührı ise iki telaffuz arasında okumuşlardır. Ebu Ubeyd
ile Ebu Hatim bunu tercih etmişlerdir. Diğerleri ise işba' ile üstün olarak
okumuşlardır. es-Sa'lebi dedi ki: Bunların hepsi de fasih lugatlerdir. Bu
hususta en-Nehhas'ın görüşü daha önce Ta-Ha Süresi'nde (1. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
en-Nehhas dedi ki: Medineliler,
Ebu Amr, Asım ve el-Kisai "Ta, Sin, Mım"i "nun"u,
"mim" harfine idgam ile okumuşlardır. el-Ferra ise "nun"un
ihfa ile okunacağını söylemiştir. el-A'meş ve Hamza: "Ta, Sın, Mım"
şeklinde "nun" harfini izhar ile okumuştur.
en-Nehhas dedi ki: Sibeveyh'e
göre sakin "nun" ile tenvin dört kısımdır:
Halk (boğaz harfleri)
ile birlikte olurlarsa, açıkça okunurlar. "Ra", "lam", mim,
"vav" ve "ye" ile beraber olurlarsa idğam olunurlar.
"Be" ile birlikte "mim"e kalbedilirler ve genizden çıkartılırlar,
açık (beyan ile) okunmazlar. İşte Sibeveyh'in açıkça belirttiği bu dört kısma
göre bu kıraat, bu şekilde caiz olamaz. Zira burada halk (boğaz) harflerinden
herhangi bir harf yoktur ki; ona göre "nun" açık okunsun. Fakat bu
hususta bir dereceye kadar uygun bir açıklama yapılabilir. O da şudur: Mu'cem
(sözlük, alfabe) harflerinin hükmü, üzerlerinde vakıf ile okunmalarıdır. Bunlar
üzerinde vakıf yapılacak olursa, "nun" beyan ile (açıklanarak)
okunabilir.
es-Sa'lebi dedi ki:
İdğam ile okumak -Kur'an'ın geneline kıyas ile- Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim'in
tercihidir. Bir kısmının bunu izhar ile okumaları açıkça harfleri ifade etmek
ve temkin içindir. Diğerlerinin bunu idgam ile okuması ise ağız harflerine
komşu oluşundan ötürüdür.
en-Nehhas dedi ki: Ebu
İshak'ın: "Fi Ma Yücra ve fi ma la Yücra" adlı kitabında naklettiğine
göre "Ta, Sine, Mimu" denilerek "nun" üstün,
"mim" de ötreli olarak okunabilir. (...): Bu ma'di keribbu'dur,
denilebildiği gibi.
Ebu Hatim dedi ki: Halid
"Ta, Sine, Mimu" diye okumuştur.
İbn Abbas dedi ki:
"Ta, Sın, Mım" bir kasemdir ve bu, Yüce Allah'ın isimlerinden bir
isimdir. Hakkında yemin olunan ise: "Eğer istesek gökten üzerlerine bir
mucize indiririz" buyruğudur.
Katade dedi ki: Bu
Kur'an'ın isimlerinden bir isim olup Yüce Allah buna yemin etmiştir. Mücahid
ise: Bu surenin ismidir. Surenin başlangıcını güzelleştirmektedir.
er-Rabi' dedi ki: Bu bir
kavmin süresinin hesabını ifade eder. Bir diğer açıklamaya göre bu bir kavmin
başına gelecek musibeti anlatmaktadır. "Ta, Sın, Mım" ile "Ta, Sin"
aynı şeydir. Şair dedi ki:
"Sizin bana
verdiğiniz sözde durmanız, eğer sicim gibi gözyaşlarınızdan yaş akıtmayacak
olursanız, İlaç olarak tıpkı kalınan yerdeki izlerin kaybolmasına
benzeyecektir, fakat gözyaşlarınızı akıtacak olursanız, o vakit şifa
bulurum."
el-Kurazi dedi ki: Yüce
Allah, tavline (kudretine), senasına (yücelik ve üstünlüğüne) ve mülküne yemin
etmektedir.
Abdullah b. Muhammed b.
Akil dedi ki: "Ta", Tur-u Sina, "Sin", İskenderiye,
"mim" de Mekke demektir.
Cafer b. Muhammed b. Ali
de dedi ki: "Ta", Tuğba ağacı, "Sin", Sidre-i Münteha,
"Mim" de Muhammed (s.a.v.) dır. Bir diğer açıklamaya göre;
"Ta" Tahir'den, "Sin", Kuddüs'den (es-Semi'den ve
es-Selam'dan da denilmiştir) "Mim" de el-Mecid'den (rumuzdur).
er-Rahim'den ve el-Melik'den olduğu da söylenmiştir. Bu anlamdaki açıklamalar
daha önceden el-Bakara Suresi'nin baş taraflarında (1-2. ayetlerin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
et-Tavasim ve et-Tavasin
Kur'an-ı Kerim'de bir takım surelerin adı olup, kıyasa uygun olmayan bir surette
çoğul yapılmış lafızlardır. Ebu Ubeyde şu beyiti zikretmektedir:
"üç tane olan
Tavasın hakkı için, Yedi tane olan Havamim (Ha, Mim'ler) hakkı için"
el-Cevheri dedi ki:
Doğru olan bunun çoğulunun "zevat (... li)" ile yapılıp, bunun bire izafe
edilmesidir. O vakit: Zevatu ta, sin, mim ile zevatu ha, mim (Ta, Sin, Mim'li
sureler, ha, mim'li sureler) denilir.
"Bunlar apaçık
Kitabın ayetleridir" buyruğu mübteda takdiri ile ref' edilmiştir. Yani
(...): İşte "bunlar" daha önceden size vaadolunmuş "apaçık
kitabın ayetleridir." Çünkü Tevrat ve İncil'de, Kur'an'ın indirileceği
vaadi onlara verilmişti. Buradaki (...): şunlar (mealde:) "bunlar"ın;
(...): Bunlar anlamında olduğu da söylenmiştir.
"İman etmiyorlar
diye" yani imanı terkettiklerinden dolayı "neredeyse kendini
öldüreceksin" helake sürükleyeceksin. Buna dair açıklamalar daha önceden
el-Kehf Süresi'nde (1-3. ayetler ile 6. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
el-Ferra dedi ki:
"... mi... diye" deki ".... diye" nasb mahallindedir, çünkü
cevabtır.
en-Nehhas dedi ki: Bunun
yerine; (...) ile nasb mahallindedir, çünkü bu bir cevab (ceza)dır, denilmesi
alışılagelen bir husustur. Ancak bu hususta kabul edilen görüş Ebu İshak'ın
(ez-Zeccac'ın), (frabu'l-) Kuran'a dair yazmış olduğu kitapta söyledikleridir:
" ... diye" mef'ulün leh olarak nasb mahallindedir, anlamı ise: Onlar
imanı terkettikleri için sen neredeyse kendini öldüreceksin, şeklindedir.
"Eğer istesek
gökten üzerlerine" apaçık "bir mucize" ve göz kamaştırıcı bir
şekilde kudretimizin bir tecellisini "indiririz de" o vakit onların
bu husustaki bilgileri kesin bir bilgi haline gelir ve kaçınılmaz olarak bu
bilgiye sahip olurlar. Şu kadar var ki; bu husustaki bilgilerin nazari olarak
(akıl yolu ile) elde edilen bilgiler olmasını takdir etmişizdir.
Ebu Hamza es-Sümali bu
ayet -i kerime hakkında şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre bu ayet-i
kerimenin ramazan ayının ortasında semadan işitilen bir sesi vardır. Bundan
dolayı yavru kuşlar yuvalarından çıkarlar ve yer büyük bir ses çıkartır. Ancak
bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü maksat Kureyş'lilerdir, başkaları değildir.
"Boyunları ona
eğiliverirdi." Mücahid dedi ki: Burada "Boyunlar"dan kasıt,
onların ileri gelenleridir. en-Nehhas dedi ki: Boyunun ne demek olduğu dilde
bilinen bir husustur. Mesela, "İnsanlardan bir boyun bana geldi"
denilirken onların ileri gelenleri, reisleri bana geldi, denmek istenir.
Ebu Zeyd ile el-Ahfeş
dedi ki: "Boyunları"ndan kasıt, onların topluluklarıdır.
"İnsanlardan bir boyun bana geldi" yani bir topluluk bana geldi,
demektir.
Bir diğer açıklamaya
göre bununla boyun sahipleri denmek istenmiştir.
Burada muzaf hazfedilmiş
olup, muzafun ileyh onun yerine ikame edilmiştir.
Katade dedi ki: Yani
eğer Yüce Allah dilemiş olsaydı, boyun eğerek kabul etmek zorunda kalacakları
bir mucize indirirdi ve hiç kimse aralarından bir masiyet işlemek kastıyla
boynunu başka bir tarafa çevirmezdi.
İbn Abbas dedi ki: Bu
ayet-i kerime biz ve Ümeyyeoğulları hakkında inmiştir. Devran bizim lehimize
dönecek ve Muaviye'den sonra onların boyunları bizim önümüzde eğilecektir. Bunu
es-Sa'lebi ile el-Gaznevi zikretmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Boyun
eğenler" ile -aynı anlamdaki- (...) şekli arasında burada bir fark yoktur.
Bu açıklamayı İsa b. Ömer yapmış olup, el-Müberred de bunu tercih etmiştir.
Anlamı şudur: Yani onların boyunları eğilecek olursa, kendileri de eğilmiş
olacaklardır. Buna göre "boyunlar" hakkında verilen haber o
boyunların sahipleri hakkında demektir. Arap dilinde birincisi ile ilgili
haberi bırakıp, ikincisi hakkında haber vermek uygundur. Nitekim recez vezninde
şair şöyle demektedir: "U zun geceler çabukça çözdü beni, Hem uzunluğumu
katlayıp dürdüler, hem de enimi katlayıp dürdüler."
Böylelikle o, geceler
hakkında haber verip gecelerin uzunluğu ile ilgili haber vermemiştir. Şair
Cerir de şöyle demektedir: "Görüyorum ki geçen yıllar benden aldı, Tıpkı
ay'ın görünmediği gecelerinin ay'ı eksilttiği gibi"
Bunun caiz oluş sebebi
ise eğer ifadeden hem "geçen", hem "uzunluk" kelimeleri
kaldırılacak olursa manası bozulmaz. Aynı şekilde Yüce Allah'ın:
"boyunları ona eğiliverirdi" buyruğunda fiilin zamire bağlanması da
bu şekildedir. Zira burada "boyunlar" lafzı zikredilmeyecek olursa,
ifadede bozukluk olmaz. Geri kalan sözler bunun anlamını ifade ederlerdi ve
yalnızca:
"Onlar, o ayetlere
boyun eğerlerdi" denilebilirdi. el-Ferra ve Ebu Ubeyde bu açıklamayı
benimsemişlerdir. el-Kisai'nin kanaatine göre ise anlamı: "Onlar, onları
(boyunlarını) eğerlerdi" demektir. Ancak bu Basralılarla, Ferra'ya göre bir
yanlışlıktır. Böyle bir hazif hiçbir ifadede gerçekleşmez. Bu açıklamayı
en-Nehhas yapmıştır.
"Onlara Rahman'dan
yeni bir öğüt gelse, muhakkak ondan yüz çevirirler." Bu buyruk(un benzeri
ve ona dair açıklamalar) daha önceden el-Enbiya Süresi'nde (2. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"Artık onlar
gerçekten yalanladılar" yani yüz çevirdiler. Bir şeyden yüz çeviren de onu
kabul etmez, o bakımdan bu o şeyi yalanlaması demektir.
"Alayettikleri
şeyin haberleri kendilerine yakında gelecektir." Bu onlara bir tehdittir,
yani yalanladıkları şeyin ve kendisi ile alay ettikleri hususun akibeti gelip
onları bulacaktır.
"Yeryüzüne
bakmazlar mı ki; Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler bitirdik." Yüce
Allah bu buyrukla azametine, kudretine dikkat çekmektedir. Eğer onlar
kalpleriyle görüp, basiretleriyle bakacak olurlarsa ibadete layık olanın
yalnızca O olduğunu elbette bileceklerdi. Zira herşeye kadir olan O'dur.
"Zevc: çift"
çeşit anlamındadır. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır. "Güzel" ise
güzel ve şerefli demektir. "Kerem" sözlük te şeref ve üstünlük
anlamındadır. Mesela "kerim bir hurma ağacı" denilecek olursa,
değerli ve meyvesi bol demek olur. "Kerim bir adam" şerefli,
faziletli ve kusurlara aldırış etmeyen kişi demektir.
"Yeryüzü bitki
bitirdi"; ile (...) aynı manayadır. Buna dair açıklamalar daha önceden
el-Bakara Süresi'nde (22. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Bu ekini
çıkartan ve bitiren şanı Yüce Allah'tır. eşŞa'bi'den şöyle dediği rivayet
edilmiştir: İnsanlar yeryüzü nebatındandır. Onlardan cennete giden güzel ve
kerimdir. Cehenneme giden ise bayağı ve adidir.
"Muhakkak bunda bir
ayet vardır." Sözü edilen yeryüzünden ekinleri bitirmek de Yüce Allah'ın
herşeye kadir ve hiçbir şeyin O'nu aciz bırakmadığına açık delalet vardır.
"Halbuki onların
çoğu mü'min değildirler." Benim onlar hakkında geçen ilmimin bir tecellisi
olarak tasdik eden kimseler değildirler. Sibeveyh'in görüşüne göre buradaki
(...) sıladır (zaid'dir) takdiri aynı anlamda ve bu lafız olmaksızın: (...)
şeklindedir.
"Muhakkak Rabbin
mutlak galib ve esirgeyici olanın ta kendisidir." Düşmanlarından intikam
alan ve kendisine hiçbir şekilde zarar verilemeyen gerçek dostlarına da
merhametli olan demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN